Transhumanizme Giriş – 3

Transhumanizme Giriş – 3
2 Şubat 2013 08:48



Transhumanizme Giriş – 3
Yazımızın
bir önceki bölümünde transhümanizmin bir safhasının robotik ile yakın
ilişkili olduğunu öngörmüştük. Yazı dizimizin bu bölümünde kaldığımız
yerden devam ederken transhümanist terminolojiye biraz daha ısınacağız.
(Çok da ısınmayalım, neme lazım yanarız!)
Bir
oyunundan söz ederek başlayalım, öyle bir oyun ki örneğin karakterinize
ait şuuru bir teknolojik destek ile farklı vücutlara aktarabiliyor
olun! Eclipse Phase için transhümanist kavramları bir oyun içinde kullanabileceğiniz yapay bir evren diyelim. Oyunun internet sayfasında sizi şu mesajlar bekliyor olacak:

Zihniniz bir yazılım… onu programlayın.

Vücudunuz bir kabuk… onu değiştirin.

Ölüm bir hastalık… onu tedavi edin.
Yeri gelmişken bir başka oyundan daha bahsedelim: Transhuman Space. Bu oyunun 2003 yılında en iyi RPG (role playing game) kategorisinde Grog d’Or
ödülünü aldığını da hatırlatalım. Bu oyunu oynayan çocuğunuzun
transhümanizme dair kavramlara kolayca aşina olabileceğini
söyleyebiliriz.

Transhuman Space
Yazımızın ikinci bölümünde de değindiğimiz, Hz. Musa (A.S.) devrine ait altın buzağı kıssasını hatırlayalım lütfen:
“(Tûr’a
giden) Musa’nın arkasından kavmi, ziynet takımlarından, böğürebilen bir
buzağı heykeli (yaparak onu tanrı) edindiler. Görmediler mi ki, o,
kendileriyle ne konuşuyor, ne de onlara yol gösteriyor? (Acziyetine
rağmen) onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular.” (el-A’râf,
148)
Ayette de yer alan böğürebilen buzağı heykeli
yüksek ihtimalle bir düzenek içeriyordu, bu düzenek buzağı heykelinden
böğürme sesini çıkmasına sebep oluyor ve halkın aklını karıştırıyordu.
Yeryüzünde bozgunculuk yapan bir takım insanlar özellikle tapınaklara
kurulan mekanizmalar ile halka akıllarını oynatacakları görsel şölenler
yaşatıyorlardı. Sunaklara bırakılan yiyecek ya da hediyeler hidrolik
sistemler vasıtasıyla başka mekanizmaları harekete geçiriyor böylece
sözde tanrılar tarafından hediyeler kabul edildi/edilmedi imajı
oluşturuluyordu. Bu aşamada Indiana Jones
(Kamçılı Adam) serisinde karşılaştığımız ilkel mekanizmaları
hatırlayabiliriz. Öte yandan masallar ve mitler yarı insan yarı hayvan
canlılardan söz ediyordu. Dönemin bilim ve teknolojisi (bunlara sihir,
illüzyon ve büyüyü de ekleyebilirsiniz) insan zihinlerine sürekli
muhtelif mesajlar pompalıyordu. O dönemde insanların bilinçlerine
ve/veya bilinçaltlarına hangi mesajlar gönderilmeye çalışıldı ise,
günümüz insanı da o çirkin mesajların bu çağa izdüşümünden, emin olunuz,
nasibini almaktadır.
Transhümanist terminolojide parahuman
dedikleri bir yapıdan söz edelim kısaca, yani insan-hayvan melezi,
farklı türlere ait gen ya da hücrelerin bir araya getirildiği karmaşık
yapılar. Aşağıda Mısır mitolojisinden yarı çakal yarı insan olan Anubis
figürünü görmektesiniz.

Anubis
Örümcek adam çizgi filminde, ya da biraz
daha geniş bir kümeyi ele alabilmek için örneğin Marvel Comics’in çizgi
karakterlerinde bu sembolizmi rahatlıkla görebilmekteyiz. Ayrıca Sinek (Fly)
filmi ve Dokuzuncu Bölge (District 9) filmleri geliyor aklımıza.
Biyolojiden örneklendirmek gerekirse bol miktarda ensülin elde etmek
amacıyla insan ya da hayvan genleri enjekte edilen bakteriler… İnsan
geni enjekte edilmiş küçük ve büyükbaş hayvanlar… Sahi, bu tür
hayvanların etlerini yerseniz yamyam olur musunuz sorusunun TV’lerde
tartışıldığı zamanları görür gibi oluyoruz…

1958 yapımı ve 1986 yapımı Sinek filmleri, 2009 yapımı Dokuzuncu Bölge filmi afişleri
Dağınık bir üslubu tercih ettiğimiz
yazı dizimizin ilk kısımları, bizi transhümanizme hazırlayan unsurları
ele almaktadır. Bu nedenle bilimsel-teknik üslubun yerine magazinsel bir
üslubu ister istemez tercih etmek durumundayız. Bizim bu tercihimiz
konunun magazinsel olduğu fikrini doğurmamalı, zira birçok üniversitede
transhümanizm konusunda dersler açılmakta, kimisi transhümanizm
kelimesini doğrudan kullanırken kimisi the anthropology of cybercultures (siberkültürlerin
antropolojisi) gibi isimlerle yetinmektedir. Üniversitede açılan
derslerin yanı sıra seminerler, yaz okulları, konferans ve sempozyumlar,
sinema filmleri, dizi filmler, bilim kurgu romanları, FRP türü oyunlar,
bilgisayar oyunları, çizgi romanlar, sanatsal çalışmalar transhümanizmi
daha geniş kitlelere ulaştırmada kullanılan araçlardan bir kısmı olarak
gösterilebilir.
Hatırlayacak olursak, bu sistem, insanı (homo sapiens) öte-insana (posthuman ya da Latince tabiri ile homo excelsior) dönüştürmede bir araçtır, transhuman
geçiş evresindeki insana verilen isimdir demiştik. Konunun evrim
teorisine bakan yüzü üzerinde çok durmaya lüzum yok, transhümanistler
biyolojik evrime günümüz bilim ve teknolojisi ile müdahale
edebileceklerini (extropy), onlara
göre hala değişmekte olan insanı bu araçlar vasıtasıyla öte-insana ya da
başka bir değişle üstün insana dönüştürebileceklerini söylemekteler.
İnsanlara “Denizden karaya şu kadar milyon
yılda geçtik, şu çağdan bu çağa bilmem kaç bin yılda ulaştık. Yeter!
Biz artık bu işe el atıyoruz.” fikrini aşılamaya çalışmaktalar. İşte bu fikre katılımcı evrim adını
veriyorlar. İnsan bedeninin ve zihinsel yapısının belki buna merkez
olarak insan beyninin teknoloji yardımıyla biyolojik sınırlardan
arındırılması, mutasyon ya da doğal seleksiyona bırakılmadan bir sonraki
evreye geçirilmesi. Bu fikir 1960 yılındaki “Cyborgs and Space” başlıklı çalışmalarıyla Manfred E. Clynes ve Nathan S. Kline’a aittir.
Teknoloji yalnızca insanı biyolojik sınırlarından arındırmayacaktır elbette. Bu aşamada Star Trek evrenine, Kaptan Körk’ün (Captain Kirk)
Apollo’yu bulduğu bölüme geri dönecek olursak mürettebatın (hâşâ)
tanrıya uzayın derinliklerinde ulaştığını görürsünüz ki burada
bilinçaltımıza tanrının teknoloji ile bulunacağı mesajı verilir.
Teknolojiye tanrıyı bulma işlevi de yüklenir böylece …

Star Trek mürettebatı ve Apollo
Manfred E. Clynes ve Nathan S.
Kline’ın fikirleri bilim kurgu yazarlarının, senaristlerin dikkatinden
kaçmaz tahmin edeceğiniz gibi. Ancak kabul edersiniz ki, bilim kurgu
yazarları bu sözünü ettiğimiz katılımcı evrimde bir sonraki aşamanın ne
olacağını tam olarak kestiremezler. Transhümanist doktrinerlerin
beklentilerini karşılamak için daha birçok bilim alanının
transhümanizmin hizmetine sunulmasına, daha pek çok bilim ve teknoloji
adamının çalıştırılmasına ihtiyaç vardır. Bu aşamada devreye
üniversiteler, araştırma kuruluşları ve enstitüler girer ki bu faslı
şimdilik kapsam dışı bırakmakta yarar görüyoruz, ileride hususi olarak
ele alacağımızdan emin olabilirsiniz. Teknolojik gelişimin (evrimin)
sözde biyolojik olanı kapsadığına dikkat etmemiz gerekiyor. Felsefi
düzlemde bir teknolojik evrimi kabul etmek sizi otomatikman biyolojik
evrimi de kabul edenler sınıfına çekmekte. Öte yandan transhümanistlerin
bir çeşit morfolojik özgürlük (morphological freedom) peşinde olduğunu
da hemen dile getirebiliriz, yani çeşitli teknolojiler yardımıyla
bedenlerini değiştirebilme hürriyeti! Bu fikre karşı oluş onlara göre
biyolojik köktencilikten (biological fundamentalism) başka bir şey
değildir. Diğer bir hedef ütopik biyoteknolojidir (utopian
biotechnology), fiziksel ya da zihinsel acı duyuşun yok edilmesi yanında
kendini daima çok-iyi-hissediş. Transhümanistler genetik değişimler
dönemine gelmeden önce yapay organ nakilleri, nanobotlar yardımıyla
hasta ya da hasarlı hücrelerin yenilenmesi, yine nanobotlar yardımıyla
nöronlarımızın (sinir sistemimizin) kopyalanması, bir sanal gerçeklik
ortamına yüklenmesi (upload) ya da kavanozdaki beyin biçiminde bir
bilgisayar ağında yaşam önerileri ile karşımıza çıkmaktalar.
Nanoteknolojiden
söz etmişken bir ara TRT Çocuk kanalında da yer alan NanoBoy (nano
çocuk) çizgi filmi örnek olarak gösterilebilir; çizgi filmde nano
ölçekte bir çocuk kahramanın vücutta yer alan zararlı mikro
organizmalarla mücadelesi konu edilmiş.

Nano Boy
Transhümanist fikirlerin ne kadar
gerçeklenebilir olduğunu zaman içinde göreceğiz, gözden kaçırdığımız
bir husus var ki, o da bu ideallerin bir anda değil sürekli, planlı ve
yoğun çalışma ile gerçeklenebilir olacağıdır. Bizi nelerin beklediğinin
ne kadar farkındayız acaba?
Oğuz Aksakal
ONALTIYILDIZ'dan alıntı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder