Transhümanizme Giriş – 2
“transhümanizm, bilim ve teknolojinin tüm imkânlarının transhuman
kelimesi ile tanımlanan dönüşmüş bir insan için seferber edildiği bir
sistemdir”
1 Şubat 2013 09:23
Transhümanizme Giriş – 2
Yazımızın ilk bölümünde “transhümanizm, bilim ve teknolojinin tüm imkânlarının transhuman kelimesi ile tanımlanan dönüşmüş bir insan için seferber edildiği bir sistemdir” demiştik.
Bu dönüşümün bir safhasında robotik konusunun önemli bir rol oynayacağı
önermesini yapalım ve yazımızın bu bölümünde önermemizin doğru olup
olmadığını tespit etmeye çalışalım:
Robotlar sanayide,
arama-kurtarma operasyonlarında, madenlerde, bomba imhası gibi
insanların yaralanma veya hayatlarını kaybetme risklerinin olduğu
sahalarda kullanılan elektromekanik düzeneklerdir. Günümüz robotlarının
tümüyle otonom hareket ettiğini, verilen görevi insan müdahalesi
olmaksızın yerine getirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yukarıda bahsi
geçen alanlarda kullanılan robotlar ya bir platform üzerinde sabitlenmiş
ya da palet veya tekerlek mekanizmaları ile bütünleştirilerek yürür
hale getirilmiştir. Bu türden bir robotun insan gibi iki ayaklı olmasını
gerektirecek hiçbir sebep yoktur. Ancak yapılan çalışmalar robotları dış görünüş olarak git gide bize benzetirken, biz de duygusal anlamda git gide robotlaşmaktayız, bu yakınsama sonunda kaçınılmaz olarak insan makine bütünleşmesi önümüze
bir reçete olarak konacaktır. Transhümanizm bunun altyapısını her
alanda planlı ve programlı bir biçimde hazırlamaya devam etmektedir.
Robotların sanayide kullanımına dair bir örnek
Tasavvufta râbıta olarak bilinen ve bağ anlamına
gelen bir kavram vardır. Sevilene karşı muhabbeti sürekli kılabilmektir
râbıta, muhabbetin sürekliliği ise alâkaya ve yakınlığa dönüşür. Yine
muhabbetin yoğunluğu ile ilintili olarak zamanla sevilenin özellikleri
sevende belirir öyle ki sevilen ne kadar çok hatırlanır, yâd edilirse
muhabbet o denli artar. Sevilenin hâliyle hâllenme de diyebiliriz bu
sürece. Râbıtaların kaynağı el-Vedud olan Allah’tır (C.C.). Velhasıl,
el-Vedud sıfatı kâinatta tecelli etmeseydi robottan bir farkımız
kalmazdı. Râbıta ve Robot ses olarak birbirine ne kadar yakın ama anlam olarak ne kadar da uzak iki kelime öyle değil mi?
Robot kelimesini ilk olarak Karel Čapek 1920 yılında kaleme aldığı R.U.R. (Rossum’s Universal Robots) adlı oyununda kullanmıştır. Bu oyun 1927 yılında Halit Fahri Ozansoy tarafından Âlemşümul Suni Adamlar Fabrikası olarak dilimize de çevrilmiştir. Robot kelimesi Çek dilinde çalışmak anlamına gelen robota’dan
gelmektedir. Čapek oyununda okyanusun ortasındaki bir adada ucuz işgücü
amacıyla robot üreten bir fabrika merkezinde gerçekleşen olayları
anlatır. Robotlara bir ruh verme arzusunu oyunla ilgili anahtar
kelimelerden biri olarak kabul edebiliriz.
Robotiğin öncüleri olarak Bağdatlı Beni Musa Kardeşleri gösterebiliriz. Dokuzuncu yüzyılın ortalarında kaleme aldıkları Kitab el-Hiyal (Book of Ingenious Devices) adlı eserlerinde otomatik kontrolün ve mekaniğin öncü çalışmalarına rastlanır. Robotik alanındaki en esaslı çalışmalar ise El Cezeri’ye
aittir. (Uzun künyesi: Bediuzzaman Ebu’l-İzz İbn İsmail İbnü’r-Rezzaz)
Cizreli bu bilim adamınızın 1206 yılında bir anlamda ilk
programlanabilir otomatı yaptığı bilinmektedir. 13. yüzyıl başında ilk
robotun Anadolu’da El-Cezeri tarafından yapıldığını bilmek insanı
heyecanlandırmaktadır.
Elbette robotiğin
temelini teşkil etmesi açısından Ctesibius, Philo ve en önemlisi Heron
gibi bilim adamlarının milattan yaklaşık 250 yıl önce başlayıp milattan
sonraki ilk yüzyıla kadar süren bir zaman dilimi içinde attıkları
adımları da unutmamak gerekmektedir.
Hz. Mûsâ (aleyhisselâm) devrinde yaşanan Altın Buzağı hadisesini hatırlayacak olursak, robotiğin temellerinin çok daha gerilerde aranması gerektiğini anlarız.
El Cezeri’den sonra
göze çarpan ilk robotik uygulaması 1495 yılında Leonardo da Vinci’nin
Mekanik Şövalyesidir. Çoğu kez gözden kaçan bir hadisedir ki, Leonardo
da Vinci devrin Osmanlı Padişah’ı II. Beyazıd’a Istanbul’daki eserlerin
projelerini yapmayı teklif eder. II. Beyazıd Han bu teklifi geri
çevirir, zira kendi milli ve dini mimarimizin şekillenmesini
istemektedir. İşte bu uzun ufuklu görüş ilerleyen yıllarda Mimar Sinan’ı
ve muhteşem eserlerini doğuracaktır.
Osmanlı Sultan’ı II.
Abdülhamid Han tarafından (1888 – 1889 yılları arasında) yaptırılan
ALAMET isimli robotun günümüz robotiğine en yakın, ilk ve öncü tasarım
olduğu yapılan son araştırmalar neticesinde artık bilinmektedir.
Unutulan bu tasarımı tarihin tozlu raflarından indirip milletimiz adına
bir iftihar vesilesi olarak sunanlara teşekkürlerimizi arz ederiz.
Robotlar kendilerini
1928 yılında W. H. Richards’ın çalışması ERIC ve 1939 yılında
Westinghouse firmasının geliştirdiği ELEKTRO ile yeniden gösterirler.
1940’lardan sonra robotik konusundaki çalışmalar, yoğunluğu nedeniyle,
burada kapsam dışı bırakılmıştır.
Sinema dünyasında ise robotik konusunu içeren ilk yapım –bildiğimiz kadarıyla– 1926 yılında gösterime girmiş olan Metropolis filmidir.
Robotiğin sinema dünyasındaki ilk örneği 1926 yapımı Metropolis
1926 yılından
(Metropolis’ten) bu güne kadar çevrilmiş –içerisinde robotik/sibernetik
unsurlar barındıran– filmlerin bir listesine gerçi
gibi çeşitli
sitelerden ulaşılabilir. Ama gelin hep beraber, kronolojik kaygı
gütmeden ve ilave araştırmalar yapmadan hafızalarımızı biraz zorlayalım,
robotik kapsamında neler hatırlıyoruz görelim:
1962 yapımı bir çizgi film olan Jetgiller’i (Jetsons), yaşadıkları geleceğin dünyasını ve hizmetçi robotları Rosie’yi hatırlıyoruz değil mi? Yakında mağazaların hizmetçi robotlar bölümlerinde göreceğimiz türden bir robot olan Kojiro’nun ( http://www.youtube.com/watch?v=UfPHYpR4jUs ) yüzünü biz 2004 yapımı “I, Robot” filmindeki robotlarınkine benzettik.
Jetgiller, hizmetçi robotları Rosie, hizmetçi robot Kojiro
Başrolünde Yul Brynner’in yer aldığı 1973 yapımı Westworld
filmini yıllar önce TRT’de izlemiştik, konusunu hatırlayalım
dilerseniz: Zengin tatilciler için tasarlanmış bir eğlence parkında
istediğiniz insansı robotu (humanoid robot) istediğiniz amaçla
kullanabileceğinizi hayal edin, hayalinize göre programlanmış bu
robotlar size aradığınız mükemmel tatili sunacak olsunlar. İki tatilci
bir vahşi batı macerası yaşamak isterler ancak bilgisayar programın
çökmesi sonucu robot Gunslinger tatilcilerin korkulu rüyası olur.
Yul Brynner 1973 yapımı Westworld filminde robot Gunslinger rolünde
1974 yılında The Six Million Dollar Man, 1976 yılında The Bionic Woman
dizileri gösterime girer ve 1978 yılına dek gösterimde kalırlar. Her
iki dizi de biyonik iki kahramanın maceralarını konu edinir.
Biyonik Kadın ve Altı Milyon Dolarlık Adam
1978 yapımı Battlestar Galactica dizisinde insanların robot saylonlara (cylon) karşı verdikleri hayati mücadeleyi takip etmiştik. 1984 yılı yapımı Terminator (yok edici) ve 1987 yapımı RoboCop (robot polis) filmlerinin konularını sanırız çoğumuz biliyoruz.
Battlestar Galactica, Terminator ve RoboCop filmlerinden
Bir de RoboCop’un savaştığı ED-209
modelini hatırlayalım: Filmde, ED-209 uyuşturucu bağımlısı bir suçludan
çıkartılmış beyin ve omurilik tarafından sevk ve idare edilen bir
robottur. Öte yandan doksanlı yıllardan hatırlayacağımız Ninja
Kaplumbağalar çizgi filminde bir karakter vardı; Krang. Yapay bir bedeni
sevk ve idare eden bir beyindi Krang. Yine doksanlı yıllar, birçoğu
niteliksiz, bir dizi Cyborg filmleriyle de hatırlanabilir.
RoboCop filminden ED-209 ve onu sevk eden beyin, Ninja Kaplumbağalardan Krang
2001 yılı yapımı AI (Artificial Intelligence – Yapay Zekâ) filminde gerçek duyguları olan yapay çocuk David ile tanıştık, “annesi” Monica’ya karşı beslediği büyük sevgiyi gördük.
2001 yapımı AI -Artificial
Intelligence- filminden David ve Gigolo Joe karakterleri1977 yapımı
Star Wars filminden android C3PO ve robot R2D2
David’ten çok önceleri duyguları öğrenmeye çalışan bir androidimiz vardı değil mi? Star Trek serilerinden hatırlayacağımız “Data”. Yine Star Trek dizilerinde bizi Borg
ırkı ile tanıştırmışlardı. Borglar sibernetik organizmalardı, kolektif
bir şuura sahiptiler, küp biçiminde bir uzay araçları vardı, bu küp
karşımıza bir bilgi deposu olarak Transformers (2007) filminde, bir
labirent olarak Cube (1997) filminde de çıktı.
Küpler: Star Trek, Transformers ve Cube filmlerinden
Konumuzdan çok uzaklaşmadan Borgların felsefesi neydi hatırlayalım: “yaşam kalitesini yükseltmek” (quality of life).
Yaşam kalitesinin yükseltilmesinden anladıkları, Star Trek evrenindeki
canlı organizmalara sibernetik implantlar vasıtasıyla müdahale etmekti.
Kısacası bu canlıları, robotlaştırıyor, makineleştiriyorlardı, bundan da
öte, onları ortak bir şuurun parçası kılıyorlardı. Tek bir şuur vardı
ortada, bu amaçla bireysellik yok ediliyor, özgür irade ortadan
kaldırılıyordu, işte bu asimilasyona onlar yaşam kalitesinin
yükseltilmesi diyorlardı. Bu ortak şuurun merkezinde Borg Kraliçesi (Borg Queen) bulunuyordu. İnsan birey olmaktan çıkıyor, sürünün kendi varlığından habersiz ya da şöyle böyle haberdar bir üyesi oluyordu.
Star Trek dizisinden android Data ve Borg Kraliçesi, Mad Max filminden Master Blaster
Star Trek – Voyager serisi bizi yeni bir karakterle de tanıştırdı: Dokuzun yedisi (Seven of Nine).
Seven of Nine asıl adı Annika Hansen olan bir insandır, vücudunun 18%’ i
sibernetik implantlardan oluşmaktadır. Hayat hikâyesine kısaca göz
atacak olursak, anne ve babası biyolojik evrim ve geleceğin evreninde
yaşamın nasıl olacağına yönelik alanlarında araştırmalar yaparlarken
Borglar konusunu ele almak isterler, aslında Borgların sunduğu bir nevi
sonsuz hayat onları cezbetmektedir. Filmin bir sahnesinde altı yaşındaki
kızları Annika’nın “Baba, Borg olunca canım acıyacak mı?” sorusuyla
karşılaşırsınız. Sonunda Borglar’ı bulurlar ve onlar tarafından asimile
edilirler. Annika daha sonraları Star Trek’in doktoru tarafından
implantlarının büyük kısmından kurtarılacak ve gemi mürettebatına
katılacaktır.
Seven of Nine önce ve sonra
O seride bir sahne vardır, Borg kraliçesi Data’ya “ben kaosa düzen getireceğim” (I’ll bring order to chaos) der. Order out of chaos – ordo ab chao.
Tekrar edelim, Borglar ortak bir şuur ile hareket ediyor, bir görevi kolektif biçimde yerine getiriyor ve kendi aralarında bir şekilde haberleşiyorlardı. Borglar aslında yazının birinci bölümünde söz ettiğimiz NBIC (nano, bio, info, cogno)
ürünüydü. Peki, günümüzde Borgların bu kolektivizmini barındıran
çalışmalar yapılıyor mu diyecek olursanız, birkaç örnek verebiliriz,
bunlardan bir tanesi yapay zekânın karınca kolonilerini örnek aldığı
bölümü. Buradaki felsefe karınca kolonisi optimizasyonu (ant colony
optimization) olarak adlandırılıyor ki bu konuyu sürü zekâsı (swarm
intelligence) kavramına genişletebiliriz. Diğer bir örnek sürü robotiği
(swarm robotics) olarak gösterilebilir.
Bu noktada çizgi dünyadan birkaç örnek hatırlayalım:
2005 yılında Robots çizgi filminde canavarlaşan robotlara karşı etik değerleri olan robotlarla karşılaştık. 2008 yılında gösterime giren Wall-E’de robotların birbirlerine duydukları muhabbet gözlerimizi yaşarttı.
Robots, Wall-E
İki filmden daha söz etmek istiyoruz, 2009 yapımı
Surrogates ve yine aynı yıla ait Gamer. Surrogates’te insanlar
evlerinden kendi adlarına bir cyborg’u dışarıda dolaştırıyor, bu anlamda
sevk ve idare ediyorken, Gamer filminde insanlara nanoteknolojik
eklentiler yapılmış bir dönem anlatılmakta, öyle ki sizi başka birisi
idare ediyor, Mad Max filmindeki Master Blaster’in evden (uzaktan) sevk
edilenini düşünün…
2009 yılı yapımı Surrogates filminden bir sahne
2009 yılı yapımı Gamer filminden bir sahne, Kable karakteri bir genç tarafından sevk ediliyor
Avatar filminde
atkuyruğu şeklindeki uzuvlar bir çeşit USB portu gibi kullanarak
çevredeki nesnelere bağlantı yapılıyordu, değil mi? Bunun bir
transhümanist simge olduğuna dikkatlerinizi çekmek istiyoruz.
Avatar filminden bir sahne
Yukarıda değindiğimiz transhümanist simge gibi
birçoğu Avatar’dan onlarca yıl önce Star Trek serisinde bir neslin
bilinçaltına gönderilmişti. Bu mesajları daha ilk Star Trek serisinde
bile bulabilirdiniz örneğin mürettebattan bir kadın subay Kaptan Kirk’e “ben bir android vücut istiyorum, ölümsüzlük istiyorum, sonsuza dek yaşayacağım, hep genç ve güzel olacağım”
diyordu. 1995 yılında başlayan Star Trek: Voyager serisinde birliğin
uzay gemilerinden USS Voyager, 75000 ışık yılı uzağa, uzayın Delta
Çeyreği olarak adlandırılan bölgesine sürüklenir. Bu bölgede Borglar
baskın unsurdur. USS Voyager ekibi bir çıkış rotası belirler ancak bu
sefer karşılarına ayrı bir tür çıkar; 8472 ırkı. Bu yeni tanıdıkları
ırkı bertaraf etmek için Borg’larla birlik olurlar. Bu birlik sırasında
biz izleyiciler nöro-alıcı/vericiler ile karşılaştık, bu cihaz iki
canlının sinir sistemlerini birbirine bağlıyor, tek bir ortak şuur
oluşturuyordu. 1960 yılında yapım hazırlıklarına başlanan 1966 yılında
gösterime giren Star Trek (Uzay Yolu), yirmi yıl önce ortaya atılan
transhümanist kavramları alt yapısında barındıran filmlerden biri olarak
göze çarpmaktadır. Bu arada 2009’da Gelecek Başlıyor (The Future Begins)
sloganıyla yeni bir Star Trek filmi gösterime girdi. Yönetmen tanıdık
bir isim: J. J . Abrams. Öte yandan ismini vermeden geçemeyeceğimiz
kişilerden biri de Eugene Wesley Roddenberry’dir; Star Trek’in
arkasındaki ilk adam, Star Trek’in babası, külleri uzaya gönderilmiş bir
hümanist…
8472 ırkı, Eugene Wesley Roddenberry ve J. J. Abrams
1926 yılından (Metropolis’ten) bu güne kadar çevrilmiş –içerisinde sibernetik unsurlar barındıran– filmlerin bir listesine
adresinden
ulaşılabilir. Robotların, biyonik yaşamların, öncü transhümanist
öğelerin televizyon ve sinema aracılığı ile hayatımıza girdiği,
bilinçaltımıza yerleştirildiği daha birçok örnek geliyor aklımıza,
eminiz ki siz bu listeyi daha da uzatabilirsiniz.
Oğuz Aksakal
ONALTIYILDIZ'dan alıntı